top of page

Sessizlik Oteli : İntihara hazırlanan adam, ‘yanlışlıkla’ hayat amacını buluyor

İzlanda, ölmeden önce gidip görmeyi çok ama çok istediğim ülkelerden biri. Şimdiye kadar bulup inceleyebildiğim her şeyine (doğası, müziği, sanatı, yazarları ve o mitleri!) hayran kaldım ve gerçekten de “ölmeden önce yapılacaklar” listemde “İzlanda’da kuzey ışıklarını seyret” var. E kitaplara karşı da boş olmayan biri olduğumdan İzlanda’dan çıkıp gelenler radarıma takılıyor tabii. Sessizlik Oteli de bu sayede listeme aldığım ama sonradan İzlanda’da takılacağımı sanırken kendimi savaştan bitap düşmüş (yazarın ismini vermediği) bir ülkede, bambaşka hisleri sorgularken bulduğum bir kitap oldu. Pişman mıyım? Kesinlikle hayır!

Sessizlik Oteli, daha ilk cümlesinin girişiyle yakaladı beni:

“Çıplakken ne denli gülünç göründüğümü biliyorum, yine de soyunmaya başlıyorum <…>” Sayfa 11

Elimizde kendiyle barışık, kendinden tam emin olmayan, belli ki atlatamadığı bazı travmaları bulunan (çünkü bunu bilmek için uzman olmaya gerek yok artık; hepimiz bu hallere travmalar sonrası düştüğümüzü biliyoruz) ama bir yandan da bazı arzularını elde etmek için bazı sorunlarını kabullenerek harekete geçen bir karakter var demek için şahane bir giriş değil mi? Nitekim ana karakter Jónas Ebeneser de aynı böyle. Kitabın tanıtım yazısında da belirtildiği gibi “kırklı yaşlarının sonlarında, bir şeyleri tamir etmeye tutkuyla bağlı ama kendi hayatımı tamir edemeyen becerikli bir adam.” Al sana hayatın en büyük ironilerinden biri işte; çöz, çözebilirsen!

Yazar Auður Ava ólafsdóttir

En büyük dert kimin derdi?

Yazar Auđur Ava Ólafsdóttir, Sessizlik Oteli için ana karakter olarak bir erkeği seçmiş. Bu açıdan bana aşık olduğum Amerikalı kadın yazarlardan A.M. Homes’u hatırlattı: o da tüm kitaplarını erkek karakterlerin gözünden yazıyor ve kritikler de dahil çoğu okur, vs. bunu çok başarılı bir şekilde yapmasına hayret ederken bir yandan da övgü yağmuruna tutuyor tabii. Ólafsdóttir’in neden böyle bir seçim yaptığına dair bir kaynak bulamadım ama benim düşüncem şu: Jónas, hayatına son vermek için “alet çantası ve birkaç kıyafetle, savaşın dumanının hâlâ tütmekte olduğu isimsiz bir ülkeye uçar.” E savaşta ilk ölenler kim? Erkekler. Yani gittiği ülkede ihtiyaç olan şeylerden biri ne? Erkekler. Beynim biraz yavaş çalıştığından kitabın ilerleyen bölümlerinde dank etti bu bana, o yüzden ettiği an nasıl bir uyanış yaşadığımı görseniz “saf mı bu kız” derdiniz herhalde.

Sessizlik Oteli kitabının temelindeki konu yaralar. Tendeki, yani daha yüzeysel görülebilecek yaralardan başlayıp ruhsal yaralara doğru giriyor. Etrafınıza şöyle bir bakarsanız, eminim şunu fark edeceksiniz: insanlar, başarılarını, zenginliklerini yarıştırdıkları kadar (hatta belki daha bile fazlasıyla) dertlerini, yaralarını, sorunlarını yarıştırıyor. Ne zaman bir derdiniz olsa ve söylenmeye kalksanız “seninki de dert mi; bak benimkine!” diyen biri çıkıyor. Keşke böyle diyen herkesin bunu sizin daha iyi hissetmenize yardımcı olmak amacıyla yaptığını söyleyebilseydim ama ben durumun böyle olduğuna inanmıyorum. Çoğu bunu bir tür içerlemeyle, kıskançlıkla yapıyor diye düşünüyorum. Jónas da Sessizlik Oteli ve çevresinde tanıştığı insanlara kendi derdini pat diye, kafadan anlatsaydı böyle bir tavırla karşılaşabilirdi bence. Ama önce birbirlerini tanımaya, birbirlerine yardımcı olmaya fırsat buluyorlar ve böylece karşılıklı bir anlayış oluşuyor şükür. Mesela;

“Hayatın kendisinden başka hiçbir şeyi olmayan bu genç kadına kaybolduğumu anlatamam ki. Ya da hayatın beklediğimden farklı çıktığını. Ona, “Ben de herkes gibiyim, aşık olur, ağlar ve acı çekerim” desem muhtemelen beni anlar ve “Ne demek istediğini anlıyorum,” der.” sayfa 138

Kurtarıcı Sessizlik Oteli

Sessizlik Oteli ve sakinleri gerçekten de kurtarıcısı oluyor Jónas’ın. Onun hikâyesi sayesinde sürekli acınızı acısıyla karşılaştırmaya çalışan insanlara daha bir gıcık oldum; gerçek bu. Ama bir yandan da çevremde bunu yapmayan, acımı dinleyip, hiçbir şey yapamasa da en azından sadece kafa sallayan veya benimle sessizlik içinde oturarak huzurlu hissettirebilen dostlarım olduğu için ne kadar şanslı olduğumu tekrar hatırladım. Jónas’ın annesinin de dediği gibi:

“Her acı benzersizdir, farklıdır, o yüzden kıyaslanamaz. Mutluluklar ise birbirine benzer.” sayfa 138

İşte bence bu yüzden “iyi gün dostu” diye bir şey var ama asıl kıymetli olanlar kötü günlerde de yanınızda olup, iyi hissetmenize yardımcı olanlar.

Sessizlik Oteli’ni Her Ülkeden Bir Kitap projesinde de İzlanda’ya ekliyorum tabii ki!

NOT: Björk ve Sjón olmak üzere iki İzlandalı ismin dahil olması dışında bu konuyla pek alakası olmasa da Karanlıkta Dans da ne güzel filmdi, değil mi?

2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page