top of page

Almost Famous filmi çıkalı 20 yıl olmuş dostlar!

Almost Famous filmi çıktığında ülkemizde vizyona girmemişti, arkadaşlar. Baktım demin, film sitelerinde “Şöhrete İlk Adım” olarak Türkçe’ye çevrilmiş ama “Vizyon tarihi belirsiz” yazıyor çünkü girmedi vizyona! Yıl 2000, ikideyim, üniversite işi ne olacak sorusu karabasan gibi üstüme çökmüş; IB (Uluslararası Bakalorya) öğrencisiyim ve yurtdışına gitmek istediğimden emin olduğum için dershaneye falan gitmiyorum ama hangi ülkeye, hangi okula başvuracağım henüz bilmiyorum bile. Uzun yıllar “edebiyat okurum” ben demişim ama yine lisede Marquez’le tanıştıktan sonra “gazetecilikle başlamam lazım” kararını vermişim. Bir yandan da müzik aşkımın doruk noktalarındayım – Kerrang! olsun NME olsun Rolling Stone olsun yabancı dergilerin hiçbir sayısını kaçırmıyor, her kelimesini okuyorum ve ben de sevdiğim gruplarla takılıp, üyeleriyle röportaj yapma hayalleri kuruyorum. Diğer yandan ise The Craft (Büyücüler Kulübü) filmi ile oyuncu Fairuza Balk’a sarmışım; içinde olduğu bütün filmleri izlemeye çalışıyorum. İşte böyle bir zamanda, Balk’ın oynadığı filmleri kovalarken çıktı karşıma Almost Famous filmi.

Türkiye’de vizyona gireceğine dair bir ışık olmadığı için kasetinin ne zaman çıkacağını kovaladım. DVD Player denen şey bizim eve ne zaman girdi hatırlamıyorum ama hafızam bana gıcıklık yapmıyorsa Almost Famous filmi ilk VHS’den izledim diye hatırlıyorum. Bir de ne göreyim? William Miller diye liseli bir çocuk benim hayalimi gerçek gerçek yaşıyor! Kafayı yedim tabii. O yıllarda çevremdeki herkes avukatlık, işletme veya reklamcılık gibi bölümler seçerken zaten “ben gazetecilik okuyacağım” dediğimde suratıma tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Hatta teyzem kolumdan tutup bir kariyer danışmanına götürdüğünde görüştüğümüz kadın bile yadırgamıştı; hiç unutmuyorum, “yani normal bir bölüm seçseydin yardımcı olabilirdim,” gibi bir cümle kurmuştu. Ailem bile tam olarak anlamıyordu ne yapmak istediğimi ve ben de ne yaptım; tabii ki herkese Almost Famous filmi izletip, “Willim olacağım ben,” dedim. Üniversite yıllarımda o derece olmasa da oldum gibi de aslında; en azından sevdiğim (ya da var olduklarını bile bilmediğim ama konserlerine gitmem gerekmesiyle tanıştığım) grupların konserlerin hakkında yazı yazma ve bazılarıyla röportaj yapma şansına sahip oldum – hatta röportaj yaptıklarımdan biri Placebo grubunun basçısı Stefan Olsdal. İnanmayanlar yazılarımı buradan inceleyebilirler.

Ve tüm bunların üzerinden 20 yıl geçmiş…

20 yıl önce kalbimi çalan Almost Famous filmi

Almost Famous filmi 'Tiny Dancer' sahnesi

Tabii ki farkında değildim filmin çıkmasının üzerinden 20 yıl geçtiğinin. Herkesin ihtiyaç duyduğunda tekrar tekrar izlediği bir filmi oluyor ve ilk günden beri benimki de Almost Famous filmi. Her izlediğimde benzer şeyler hissediyorum, hoşuma giden şeyler ve filmi ezbere bilmeme rağmen hala aynı yerlerde gülüyorum, aynı yerlerde “ahhhh ya!” diyorum ve aynı yerlerde gözlerim doluyor. Filmin yazarı ve yönetmeni Cameron Crowe’un Twitter postunu görünce de gözlerim doldu işte. Tweet’i görür görmez Tiny Dancer sahnesi geldi aklıma çünkü. Almost Famous filmi izlediğimden beri Tiny Dancer’ı gözlerim dolmadan dinleyemiyorum zaten. Sebebi de aşağıdaki sahne. Grup biraz birbirine girer gibi olduktan sonra otobüste bu şarkıyla yeniden neden bu işlere girdiklerini hatırlıyorlar (en azından ben öyle yorumluyorum) ve liseli gazetecimiz William eve gitmem gerekiyor deyince groupie Penny Lane ona dönüp, “zaten evdesin,” diyor. HÜNGÜRFOŞ.

https://www.youtube.com/watch?v=bhwGPwDbbRM

Filmin 20’nci yılını kutlamak için Cameron Crowe ile oyunculardan Kate Hudson, Billy Crudup ve Patrick Fugit Rolling Stone dergisiyle bir araya gelmiş. “Keşke Frances McDormand da olsaydı” demedim değil ama olsun. Daha en başında Cameron Crowe’a “Eğer uzaya bir zaman kapsülü gönderilecek olsa içine hangi filmini koyardın?” diye soruyorlar ve tabii ki Almost Famous filmi diyor. Nedenini açıklarken kurduğu, aşağıdaki cümleler de gözlerimin dolmasına sebep oldu tabii:

It’s a love story about music. <…> There’s just something about it that comes through in the movie; it’s a feeling, which is similar to the way music can make you feel.

Oturup da size filmi anlatmayacağım tabii ki. İzleyenlerden “amaaaaaan” deyip, beğenmemiş olanlar da olabilir. Ama ben izlemeyenler bir şans versin en azından derim. Tanıtımını da buraya bırakıyorum. Bahsettiğim Rolling Stone röportajını da buradan izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=6iyp0qcf7-w

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page